Her dönemin
kavramsal oluşları biraz farklılık arz etse de sonuçta aynıdırlar, aynı kapıya çıkarlar.
Dostluklar yol
arkadaşlıklarıdır.
Dost olmak bedelsiz
birlikteliklerdir. Birliktelikler, bilinçli ve arzulu beraberlikler, geleceksiz hesapları
olan samimiyetler.
Zor bir zamanda
yaşıyoruz. Zor zamanın zor koşullarında ve zor birliktelikleri olan bir beraberlikte
bulunuyoruz.
Dostluklarda her
şey ve durum bir samimilik gösterir. Yüzyüze geldiklerimiz bizim eksiklerimizi
gidermenin yollarına bakarlar. Birbirimize omuz verirken veya omuzlarken, sevdiklerimizin
acı çekmelerini istemezler. Taraflar, biribirlerine fark ettirmeden daha çok acı
çekerler.
Güçlüysek, bir iş
yapıyorsak, yaptıklarımız doğruyken de yanlışken de alkışlanıyor ve ilgi görüyorsa
bunda bir tuhaflık olduğunu görmeliyiz ve bilmeliyiz. Kendimize önder veya başkan seçtiğimiz
biri ne yaparsa yapsın yapılanları onaylıyorsak önemli bir sorun var demektir.
"Başkanımız
dedi ki: "Kolunuzu taşın altına sokun, bakın ben de sokuyorum". Dikkatle
dinlenmediğinden, söylenmek istenen şeyin doğru mu, yanlış mı olduğuna
bakılmaksızın bunu alkışlıyorsak, ağzımız kulaklarımızda dinliyorsak, söyleyenin
ne söylediğinin farkına bile varamayız. Bu, gülünesi bir sözdür. Mantıksal bir
yanlışlığı da vardır. Kolunuzu taşın altına sokarsanız kırılır, bir işe de
yaramaz. "Sevgili başkan kolumuzu değil elmizi taşın altına sokalım"
diyemiyorsanız, üstüne üstlük "Sayın başkanımız çok güzel bir laf etti,
dedi ki, kolunuzu taşın altına sokun, biz de kolumuzu taşın altına sokuyoruz"
diyorsanız ipin ucu çoktan kaçmış demektir. O zaman bir rüya alemindesiniz demektir.
Zaman çabuk
geçiyor. Yol şartları zorlaşır artık yürünmez hale gelinir, o zaman alkış
tutanlar, boyun kıranlar bir bir yoldan sapmaya başlıyorlar. Başkan, önde giden de
dönüp ardına baktığında kimsenin kalmadığını görecektir.
Üstat Necip Fazıl
tabutunu taşıyacak dört inanmış adam hülyası içindeydi ve bir başkasını da
beklemiyordu. En doğru olan bir düşünüştü bu. Günümüzde, siyasa patozuna kapılanların
gözleri toz ve dumandan dolayı bir şeyi görmüyor. Bugün en değerli düşünce,
sanat ve siyasa adamlarını göremeyecek kadar bir bulanmışlık hali yaşanıyor.
"Bizim başkan
en büyük başkan!" sloganı kulakları iyice sağır etmiş, gözleri görmez hale
getirmiş bulunuyor. Bizim lider, bizim önder, bizim şair... Bizimki sizinkini döver
dercesine. Mahalle delikanlısı kabadayılığındaki gibi bir şeydir bu. Mahalle aşkı
da diyebiliriz. Bizim mahallenin kızlarına bir başka mahalledeki delikanlılar laf
atamazlar. “Bizim mahallenin namusunu ancak biz koruruz”da olduğu gibi.
Her an bir sınav
ile başbaşayız. Ya da her anımız bir sınav anıdır. Bir başka deyişle sınavın
bizi nerede, nasıl beklediğini fark edemeyebiliriz.
En kestirmeden
birini tanımak istiyorsak: "Söyle dostunu sana kim olduğunu söyleyeyim"
diyesi geliyor insanın. Dostluklar sıkı bir bağlılık, fedakarlık, içtenlik
gerektiriyor.
Yıllar yılı
birlikte olduğumuz arkadaşlarımız vardır. Onların bağlılık ve içtenliğini
biliyoruz, birlikte yıllarca yol alıyoruz, hiç bir kusur görmüyoruz,
gördüklerimizin üstünü örtüyoruz, görmezlikten geldiğimiz gibi, o kusurları
başkalarının görmemesi için de çaba harcıyoruz.
Bazı birliktelikler
vardır ki, çıkara dayanıyor. Bunun dostluk ile bir ilgisi yoktur. Birlikte olanlar,
birbirlerinin güçlerini, olanaklarını, gelecekteki fırsatları gözetliyorlar.
Birlikte gidilebilecek yol kadar gidiyorlar. Çıkarlar zedelelenince, ritm düşünce,
artık yolun sonuna gelindiği anlaşılınca ayrılıyorlar, birbirlerini bırakıyorlar.
Onca zaman birlikte olanlar, birbirlerinde gördükleri kusurları, yanlışları,
sapmaları ortaya dökmeye başlıyorlar.
Bunlar bir bakıma
hesabî birlikteliklerdir.
Kendimizi merak
ediyorum biz kimiz, kimlere yaslanmalıyız, ne yapmalıyız?