kimden: e-Yediiklim' den

 

Tutulamazın tutulması: Camtutan

Rasim Özdenören

 

Melek Paşalı, Camtutan adındaki öykü toplamında tutulamaz olanı tutmayı deniyor. Bir camın tutulması ne denli imkânsızdır, bilirsiniz. Neresinden avuçlayacağınızı kestiremezsiniz. Üstelik bu cam, bir yaşam kesitini simgeliyorsa, yaşamın o kesitine neresinden sokulacağınız da belli değildir. Öykücü böylesine güçlüklerle dolu bir deneye girme cesaretini gösteriyor. Anlattığı her bir öykünün üstelik ayrı bir öykü olduğunu düşünüyor. Öykü içinde anlatılan öykülerden ve verilen ipuçlarından çıkartıyoruz bunu: "Her defasında anlattığım aynı hikâye değildir aslında, verdiğim detayları değiştiririm; bazen kısarım, karşımdakinin haline göre, bazen artırırım anlattıklarımı, bazen de çok ciddi bir ayrıntıyı biraz rüşvet gibi veririm" diyor (s.44). Ben bu sözlerden pekâlâ şu çıkarıma varabilirim: anlattıklarım, aslında, hep aynı hikâyedir, ama ben ayrıntılar üzerinde çalışarak aynı olan bu hikâyeyi her defasında başkalaştırırım; bu demektir ki, her defasında, aynı hikâyeyi başka bir hikâye olarak anlatırım… Öyle mi? Bence öyle.

Bu kitapta, farklı adlar taşıyan sekiz öykünün tümünü, ben, değişik ayrıntılar içinde, fakat aynı özü taşıyan, aynı öykü olarak okuduğumu düşündüm. Şu da mümkün: anlatıcı, değişik aynalarda, hep aynı yüzü, kendi yüzünü anlatmaya savaşıyor. Bu, o kadar da kolay bir iş değil. Aynalar farklı da olsa, aynada görünen hep aynı yüzdür. Ama bir aynadan ötekine geçen yüz, işte bu geçiş ânında farklılaşıyor: bir nehire iki kere girilemeyeceğini bilmeyen mi var? Bir aynadan ötekine atlayan bir yüz, acaba hep aynı yüz müdür? Ayna değişmiştir de, yüz değişmemiş midir?

Bu öykülere anlam katmanları kazandıran yalnızca aynı yüzün çeşitli veçhelerinin anlatılması teşebbüsü değildir. Bu öyküler, değinilen denemeyi vermeye teşebbüs ederken, bir yandan da, bu yüzde duran "maske"yi anlatabilmenin çabasında.. yani, derunî olanın yanında ve içinde, onun dışını, maskesini de dile getirme çabası güdülüyor. "Maske" de anlatılıyor, çünkü "anlayacaklardı ki, bu maskenin arkasından ancak o yüz çıkabilirdi." (s.57). Ve anlatıcı itiraf edecektir: "O benim yüzüm!" (s.58).

Öyle, artarda gelen öykülerin tümünde, aynı yüzün öyküsü veriliyor, hep aynı yüz anlatılıyor. Her defasında, bu yüzün bir ayrıntısı biraz daha açılmak isteniyor. Fakat heyhat! Açıklanmaya, aydınlatmaya çalışılırken, her defasında bir sır daha ortaya çıkıyor. Bu "sır" belki de aynanın arka yüzünün sırıdır, o sır oradan kazındıkça aynanın içinde görülen yüz görünmez hale geliyor, çünkü ayna, ayna olmaktan çıkıyor. Öte yandan, görüyoruz ki, yüzde duran maske, aynı zamanda sakladığı yüzün ta kendisidir. Daha da tuhafı, aynada gördüğümüzü sandığımız yüz -evet orada bir yüz görünüyor-, bu yüz, ona bakan yüzün aksi değil, bizzat kendisi.. kafanız karışıyor, değil mi?

İşte bu yüzden, bu öykülerde açıklandıkça gizlenen, saklandıkça açığa çıkan, hayatın bilmecemsi, çözülemez, oradan sökülemez, ama orada olduğu bilinen gerçekliği var: insanın iç gerçekliği. Ben, kendi payıma, anlatıcının, hangi hayat serüvenini anlattığına dikkat bile etmedim. Anlatıma baktım. Sizi alıp götüren, içine çeken, sarmalayan anlatıma: orada, hayatın bir yansımasını görmekte olduğumu düşündüm: hayat da, sizin onu nasıl yaşadığınıza bakmaz, alır götürür sizi, sürükler, sarar, içine çeker: hayatın içindesinizdir, ama onun tarafından sürüklenmekte olduğunuzu her ân fark edebilir misiniz?

Orada, yani hem bu öykülerin içinde, hem hayatın gerçekliğinde, kendini gizleyerek açığa vuran ve açığa vurdukça gizlenen bir gerçeklik bulunuyor. İşte, benim, özetlenemez olarak nitelemeye çalıştığım, has yazının (ve elbet has öykünün) temel özelliği.. anlatılmak istenen gerçeklik, başka hiçbir dille (dilin başka hiçbir imkânıyla) anlatılamaz, özetlenemez, aktarılamaz; başka bir alanın (tiyatronun, sinemanın) diline dönüştürülemez; o ancak kendisi olarak var olur, başka bir biçimde, başka bir formda değil! Yazar, iç içe olguları anlatabilmek için bir üst dil geliştirmenin üstesinden ustaca gelmiştir.

Elimdeki kitabın arasından çıkan editörün bir sayfalık tanıtma yazısının bir yerinde: "…kitap boyunca, anlatıcının, modern benliğin parçalanmışlığına ve sürekli parçalanmaya maruz kalışına karşı, ilâhî bir şifa arayışı içinde olduğunu, bunu öyküsüyle önerdiğini ısrarla vurgulamak gerekir. Öykülerde, kutsal kaynaklara yapılan göndermeler, Hz. Meryem'i odağına alan imajlar özellikle böyle bir perspektiften okunmayı gerektiriyor" deniyor. Bu tespit doğrudur. Ama dikkat edilirse, ben muhteviyat üzerinde durmak istemedim. Çünkü en güçlü bir muhteva bile, eğer o anlatılamazsa, sıfırlaşır. Bu öykülerin başarısı, anlatımın üstesinden gelmesinde ve özetlenemez olanı anlatabilmesindedir, diyorum.
Not: Camtutan, Kaknüs Y. İst. 2003.